Uzm. Psikolog Hülya Macit

Psikoterapist

 DUYGULARIN RENGİ (THE HELP) FİLMİ ÜZERİNDEN  KISA BİR 

IRKÇILIK ÖZETİ


Yıllar önce THE HELP isminde bir film izlemiştim ve bu filmde
ABD'deki ırkçılık değişiminin yapı taşı olarak "annelik" kavramını işlediğini gözlemlemiştim. Bir kere daha ANNE olmanın ne büyük bir kudret ve yük getirdiğini hissetmiştim. bireyler üzerinde ilk etkiyi yaratan anneler koca bir toplumun hatta tüm evrenin ruhuna şekil verme gücüne ve aslında sorumluluğuna sahip varlıklar. Bu hem güzel hem de ürkütücü değil mi?

Çok da uzak olmayan bir tarihte, Afrika kökenli Amerikalıların insandan bile sayılmadığı ABD'yi şimdilerde siyahi bir başkan yönetiyor. Duyguların Rengi (The Help) filmi bu değişimi sağlayan etkenlerden biri olan; beyaz bebeklere annelik yapan siyah kadınlar konusuna dikkat çekiyor. Filmin iddiası ulusu değiştirenin, siyahi bakıcıların büyüttüğü beyaz çocuklar olduğudur. Kendi anneleri tarafından ihmal edilen ve siyahi bakıcılarının insafına terk edilen bu çocuklar büyüdü ve 70'lerde politik bir nesil olarak siyah haklarına güçlü bir destek verdiler. Anne bildikleri insanların sırf derisinin rengi yüzünden aşağılanmasına karşı çıktılar. O dönem yaşananlar bize bugünün bakış açısıyla her ne kadar imkansız gibi görünse de onlar yaşandı ve farklı versiyonları hala yaşanmaya devam ediyor. Peki nedir Irkçılık?

Irkçılar doğuştan gelen, kalıtımla geçmiş özelliklerin biyolojik olarak insan davranışını,zihnini hatta değerini belirlediğine inanan kişilerdir ve Irkçı doktrin, insanın taşıdığı kanın ulusal-etnik kimliğinin belirleyicisi olduğunu iddia eder. Irkçı bir çerçevede insanın değeri bireyliğiyle değil, sözde “ırka özel toplu ulus”un üyeliğiyle tanımlanır. Bilim adamları da dahil olmak üzere, birçok aydın ırkçı yaklaşımı desteklemek için bilimsel olduğunu iddia ettikleri ama uzaktan yakından bilimsellikle alakası olmayan dayanaklar ortaya attı. Houston Chamberlain gibi on dokuzuncu yüzyıl düşünürlerinin Adolf Hitler kuşağı üzerinde önemli bir etkisi vardı.

Irkçılığın tarihi seyrine bakacak olursak milattan önceki çağlara kadar uzandığını görürüz. Eski çağlardaki ırkçılık, genel olarak eşitlik veya eşitsizlik olarak değil, toplumsal yaşamı düzenleyen tipik kabileci anlayışlar şeklindeyken Yunanlılarda durum farklılaştı. Mesela meşhur Yunan filozofu Eflatun (Platon)un aşağıdaki ifadeleri dikkat çekicidir:
"Yunanlı olmayanlar, aşağı adamlardır. Bunlar için en büyük şeref Yunanlılar tarafından idare edilmektir. Çirkin, hasta ve cılız olanlara da yaşama hakkı tanınmamalıdır". Yunanlılarla başlayan bu algı Avrupa'da ortaçağa kadar fazla değişiklik göstermedi. Rönesans ve reform hareketleriyle birlikte başlayan aydınlanma ve coğrafi keşifler sonucunda, Avrupalılar o zamana kadar bilinmeyen yerlere gittiler. Bu durum, aynı zamanda farklı ırkların birbirleriyle tanışması demekti. Avrupalılar Amerika ve Afrika'da fizyolojik yapıları ve toplumsal yaşamları kendilerininkinden farklı olan insanlarla karşılaştıklarında şaşkına döndüler. Bu insanlar da iki ayağı üzerinde yürüyebiliyor ve konuşabiliyordu. Ne var ki, Avrupalı zihniyete göre bunlar insan değil, olsa olsa köle olabilirdi. Değer yargıları, renkleri, siyah ve sarı olan bu insanları, insan olarak kabul edemiyordu.

Amerika'nın keşfi ile Kızılderililere uygulanan asimilasyon, yine 19. ve 20. yüzyılda Amerika'da vuku bulan zenci aleyhtarı faaliyetler, kendi tarihi içinde ırkçılığın ulaştığı en yüksek noktalardan biridir. Bunun yanısıra Almanya'da Naziler,İtalya'da Mussolini, Doğuda İslavlar, asrımız ırkçılık faaliyetlerinin başını çekmişlerdir. Hatta Güney Afrika Cumhuriyeti bunu resmileştirerek, ırk ayrımını toplumsal ve siyasi kurumların temel ilkesi olarak kabul etmiştir.
Birleşmiş Milletlerin 1948'de yayınladıkları İnsan Hakları Beyannamesi'nde, bütün insanların ırk ayrımı gözetmeksizin eşit haklara sahip olduğu kabul edilmesine rağmen, ırkçılık faaliyetleri devam etmektedir.
Irkçılığın o katı zihniyetinden yavaş yavaş uzaklaşılmaya başlanınca ırkçılığın arka planıyla ilgili bilimsel çalışmalar yapılmaya başlandı. Gerçekleştirilen sosyal psikolojik araştırmaların büyük bölümü Amerika'daki siyah ırk karşıtı tutum ve davranışlara odaklanmıştır. Fakat genel olarak ırkçılığın tarihi seyrine bakıldığında aşağı görülen ırklarla ilgili olumsuz stereotipler oluşturulduğu görülür. Örneğin Birleşik devletlerde beyazların siyahlar hakkında köylü, köle, sadece beden gücüyle iş yapan gibi algıları vardır.

A.B.D de siyah karşıtı tutumlarla ilgili olarak yapılan araştırmalar bu yöndeki olumsuz tutumlarda 1930’lardan bu yana büyük bir düşüş yaşandığını belgelemektedir. Fakat açıktan açığa küçük düşürücü stereotipler, ad takmalar, istismar, zulüm, taciz, ayrımcılık gibi ırkçılık örnekleriyle karşılaşmamız, bu tür eylemler yasa dışı olduğu ve dolayısıyla toplum tarafından hoş karşılanmadığı için daha zordur. Pek çok insan pek çok ortamda bu şekilde davranmaz. Ne var ki ırkçılık gerçekte sadece şekil değiştirmiştir. Sosyal psikoloji içinde bu fikir yeni ya da modern ırkçılıkla ilgili bir dizi kuramın özünü oluşturmaktadır. Bu kuramlara göre insanlar hala içten içe ırkçılar.
Şekil değiştiren bu yeni ırkçılığın arka planında, uzlaşıya varamamış duygular ve inançlar söz konusudur. Bu da ; kişilerin kendilerinden aşağı gördükleri ırka karşı antipatileri ile modern dünyanın getirdiği insanların eşitliğine dair sahip olmaya başladıkları inançları arasındaki çatışmadır.işte bu içsel çatışmaya çözüm bulma çabaları üstü örtülü ama inceden inceye kendini hissettiren yeni bir ırkçı tutum doğurdu.
İnsanların genel olarak buldukları çözümler arasında şunlar gözlemlenebilir:
Başka ırktan insanlarla bir arada bulunmaktan kaçınmak,ırk konusundan kaçınmak ve ırksal farklılıkları tamamen yadsımak, farklı olan ırka karşı önyargılı yaklaşıldığı suçlamasını yalanlamak, ırksal bir dezavantaj yaşandığını yalanlamak ve böylelikle bu durumu düzeltici eylemlere ya da ırksal dezavantajları gidermeye yönelik diğer önlemlere muhalefet etmektir.
Sosyal psikolojinin önündeki zorlu görevİ yeni ırkçılığı saptayabilmektir. Gizli ve zor fark edilir ırkçılık analiziyle ilgili olarak bir dizi ölçek geliştirilmiştir. Fakat ırkçılığı saptamak için açıktan değil de örtülü ölçümlere gereksinim vardır. Çünkü açık ölçümlerde insanlar toplumun beklentilerine uygun şekilde cevap vermektedirler.

Önyargıyı ölçmenin bir yolu sosyal mesafeyi baz almaktır. Yani insanların psikolojik ya da fiziksel olarak birbirleriyle ne denli yakınlaştıklarına bakmak. Örneğin, ırkçı tutumlar aynı okulda okumak gibi toplumsal ilişkilerin mesafeli olduğu ortamlarda ortadan kalkmış gibi gözükse de, evlilik gibi sosyal mesafelerin kısaldığı durumlarda kendini gösterir. Yani bireyler kendilerinden aşağı buldukları bir ırktan biriyle evlenmekte rahat değiller.

Irkçılık ve önyargılı davranışı örtülü ölçme yollarından biri de kullanılan dilin içine sızmış sözcükleri ve deyimleri araştırmaktır. Eminim ki biraz düşününce burada kullanmak istemediğim onlarcası gelecektir aklınıza.

Bir diğer yötem; insanların bir dış gurubun özelliklerini betimlerkenki tutumlarını araştırmaktır. Kişiler genellikle bir dış grubun olumlu özellikleri hakkında konuşurken olayları basitçe betimleyen oldukça basit bir dil kullanırlar ve gurubun özelliklerini sadece içinde bulunulan duruma atfederler. Oysa grubun olumsuz özellikleri hakkında konuşurlarken bu olumsuz özellikleri içinde bulunulan spesifik bağlamdan çıkartarak genelleme eğiliminde olurlar.

Gizli ırkçılığın bir diğer ele vericisi de beden dilidir. Çünkü insanlar ağızlarından çıkan sözler üzerinde kontrol sahibi olabilirken sözel olmayan iletişim kanallarını-vücut dili- kullandıklarında kontrolü yitirirler. Bu kanallar altta yatan duygular ve önyargıların göstergesi olabilir.

Özetle, açık ırkçılık ve etnik önyargı yasalara aykırı olmasına ve ahlaki değerler açısından kınanmasına ve çoğu insanın bu değerlerle düşünüp hareket etmesine rağmen uzun bir tarihçesi olan bu önyargılardan soyutlanmak kolay değildir. Irkçılık inceltilmiş biçimlerde halen karşımıza çıkabilmektedir. Görünürdeki yüzeyin altında ırk ve kültür temelli düşmanlık uykuya dalmış gibidir fakat önyargının ifade edilmesini meşrulaştıran bir sosyal çevre veya siyasal rejim bunları harekete geçirebilir. Tarih sürecinde yaşanan pek çok soykırım bunun en açık delilidir.


                                                                                 Uzman Psikolog Hülya Macit